Gölyazı’da Gün Batımı Keyfi
Şehrin gürültüsünden, bitmek bilmeyen koşturmacasından sıkılıp “Şöyle zamanın durduğu bir yere gitsem,” dediğiniz oluyor mu? İşte ...
Bursa’nın tam kalbinde, asırlık çınarların ve hareketli çarşının ortasında duran o devasa yapının kapısından hiç içeri adım attınız mı? Burası sadece taştan ve mermerden ibaret bir mabet değil; her köşesi bir hikaye fısıldayan, duvarları adeta konuşan canlı bir tarih müzesi. Sultan Yıldırım Bayezid’in, Niğbolu Zaferi sonrası “20 cami yaptırma” adasının, damadı Emir Sultan’ın tavsiyesiyle tek bir devasa eserde vücut bulmuş hali burası. Bu yazıda, size klasik bir gezi rehberinden çok daha fazlasını sunacağız.
Ulu Camii’de yapılacak şeyler listenizi hazırlayın, çünkü bu sadece bir ziyaret değil, zamanda bir yolculuk olacak. Türkiye’deki “Ulu Camii” adını taşıyan camilerin en büyüğüne adım atmaya hazır mısınız?
Caminin devasa kapısından içeri girdiğiniz an sizi ilk karşılayan şey, alışılmışın tamamen dışında bir manzara olacak: Tam ortada, camla kaplı bir kubbenin altından süzülen gün ışığıyla aydınlanan, su sesinin yankılandığı anıtsal bir şadırvan. Bir caminin içinde, üstelik bu kadar merkezî bir konumda bir şadırvan görmek sizi şaşırtmasın, çünkü bu detayın ardında hem mimari bir deha hem de adalet dolu bir halk efsanesi yatıyor.
Bu eşsiz şadırvanın arkasında, adaletin ve saygının ne kadar önemli olduğunu anlatan, dilden dile dolaşan dokunaklı bir efsane yatıyor. Rivayet o ki, caminin inşa edileceği alanda yaşlı bir kadının küçük bir evi varmış. Sultan’ın tüm tekliflerine rağmen, kadın evini satmayı reddetmiş. İslam hukukuna göre zorla alım yapılamayacağı için , o kısım boş bırakılmış. Hikayenin sonrası ise farklı şekillerde anlatılır: Kimi kaynaklar kadının vefatından sonra mirasçılarının arsayı sattığını söyler , kimileri ise Emir Sultan’ın manevi telkinleriyle kadının arsasını camiye bağışladığını anlatır. Sonuç ne olursa olsun, bu hikaye bize o ‘boşluğun’ nedenini anlatır: zorla alınan bir yerde ibadet edilemeyeceği inancı. İşte o adalet timsali boşluk, bugün suyun dinlendirici sesiyle dolan bu şadırvana dönüşmüştür.

Aslında bu tasarım, Ulu Cami’yi sadece bir Osmanlı eseri olmaktan çıkarıp, onu kendisinden önceki büyük Selçuklu mimari geleneğine bağlayan bir köprü haline getirir. Selçuklu yapılarında sıkça görülen “tepesi açık kubbe ve altında havuz” geleneği, burada Osmanlı’nın ihtişamıyla yeniden yorumlanmıştır. Adeta, geçmişin mirasının üzerine yeni bir imparatorluğun nasıl yükseldiğini gösteren somut bir kanıttır.
Şadırvanın serinliğinden başınızı kaldırıp etrafınıza baktığınızda, kendinizi dünyanın en görkemli hat sanatı müzelerinden birinde bulacaksınız. Duvarları ve on iki devasa fil ayağını süsleyen tam 192 adet yazı ve levha, burayı adeta yaşayan bir galeriye çeviriyor. 41 farklı hattatın elinden, 13 farklı yazı karakteriyle çıkmış bu eserler, size sadece estetik bir zevk sunmakla kalmaz, aynı zamanda bir yeniden doğuşun hikayesini anlatır.
Duvarlardaki bu sanat şöleninin ardında, aynı zamanda bir yeniden doğuş hikayesi var. Cami, 1855’teki büyük Bursa depreminde ağır hasar görmüş, 20 kubbesinden 18’i çökmüştü. Ancak bu felaket, aynı zamanda caminin bugünkü kimliğini kazanmasını sağladı. Sultan Abdülmecid’in emriyle İstanbul’dan gelen dönemin en usta hattatları, bu duvarları adeta bir tuval gibi kullanarak camiyi yeniden ayağa kaldırdılar. Yani bugün hayranlıkla izlediğiniz bu yazılar, sadece birer süsleme deyil, aynı zamanda bir şehrin ve onun en önemli sembolünün küllerinden yeniden doğuşunun anıtıdır.

Bu yazıları incelerken teknik terimlere boğulmanıza gerek yok. Sadece devasa “Vav” harflerine bakın ve onların Allah’a karşı acziyeti ve kulluğu nasıl simgelediğini düşünün. Ya da şadırvanın yanındaki bir sütunda gözünüze çarpacak o sade ama güçlü cümleyi okuyun: “Sabreden zafere erer”.
Ulu Cami’yi özel kılan şey sadece gördükleriniz değil, aynı zamanda hissettiklerinizdir. 3000 metrekareyi aşan devasa iç mekânı , 12 kalın sütunun taşıdığı 20 kubbenin yarattığı o sonsuzluk hissi ve şadırvandan gelen su sesi birleşince, sizi anında saran bir huzur ve maneviyatla dolarsınız. Bu atmosfer, caminin açılışında ilk namazı kıldıran büyük alim ve mutasavvıf Somuncu Baba’dan , caminin ilk imamı olan ve o meşhur Mevlid-i Şerif’i kaleme alan Süleyman Çelebi’den günümüze kadar taşınan manevi bir mirastır.
Bu manevi yolculukta gözünüzden kaçmaması gereken birkaç hazine daha var. Bunlardan ilki, Hünkar Mahfili’nin yanında cam bir koruma içinde sergilenen siyah örtüdür. Bu sıradan bir kumaş değil, Yavuz Sultan Selim’in Mısır Seferi’nden sonra getirdiği Kâbe’nin eski kapı örtüsüdür. İslam dünyasının kalbinden Bursa’ya uzanan somut bir bağdır.

Ve sonra minbere bakın. Ceviz ağacından, tek bir çivi veya yapıştırıcı kullanılmadan, kündekâri tekniğiyle birbirine geçirilen tam 6666 parçadan oluşan bu şaheser, başlı başına bir sanat harikasıdır. Ama bu minberin bir sırrı daha olabilir. 1980’lerde ortaya atılan bir iddiaya göre, minberin doğu yüzündeki işlemeler Güneş Sistemi’ni, gezegenleri ve aralarındaki mesafeleri orantılı bir şekilde tasvir ediyor. Batı yüzünün ise bir galaksi sistemini simgelediği düşünülüyor. Eğer bu doğruysa, bu minber sadece bir vaaz kürsüsü değil, aynı zamanda atalarımızın evrene dair derin bilgisinin ve sanatla bilimi birleştiren dehasının sessiz bir kanıtıdır.
Ulu Camii’nin manevi atmosferinden ayrıldıktan sonra Bursa’yı keşfetmeye devam edin! Cami’nin hemen yanı başındaki tarihi Koza Han‘a yürüyerek geçin ve avlusundaki çınar ağaçlarının altında bir yorgunluk kahvesi için. Ardından, el işi ürünlerden baharatlara kadar her şeyi bulabileceğiniz tarihi
Kapalı Çarşı ve Hanlar Bölgesi’nde kaybolun. Tarihe olan merakınız devam ediyorsa, kısa bir yürüyüşle Tophane Parkı’na çıkarak Osmanlı İmparatorluğu’nun kurucuları Osman Gazi ve Orhan Gazi’nin türbelerini ziyaret edebilirsiniz. Eğer vaktiniz kısıtlıysa ve tüm bu güzellikleri bir güne sığdırmak isterseniz, sizin için hazırladığımız Bursa Yapılacak Şeyler rehberimize göz atabilirsiniz.
Kaynakça: Bursa Ulu Cami’nin mimari detayları ve restorasyon süreçleri hakkında daha fazla akademik ve resmi bilgi edinmek isterseniz, T.C. Kültür ve Turizm Bakanlığı’nın Kültür Envanteri sayfasını inceleyebilirsiniz.
Soru 1: Ulu Cami’ye giriş ücretli mi ve ziyaret saatleri nedir?
Cevap: Hayır, Ulu Cami’ye giriş tamamen ücretsizdir. Cami, sabah namazı vaktinden yatsı namazı vaktine kadar ziyarete açıktır. Namaz saatlerinde turistik gezilerin kısıtlanabileceğini unutmayın, bu yüzden ibadet edenlere saygı göstermek önemlidir.
Soru 2: Cami ziyareti için nasıl giyinmeliyim?
Cevap: Camiye girerken mütevazı giysiler tercih edilmelidir. Kadın ziyaretçilerin başlarını örtmesi, hem kadınların hem de erkeklerin omuzlarını ve dizlerini kapatan kıyafetler giymesi beklenir. Eğer uygun kıyafetiniz yoksa, genellikle girişlerde ödünç alabileceğiniz örtüler bulunur.
Soru 3: Ulu Cami’yi diğer camilerden ayıran en önemli özellik nedir?
Cevap: Ulu Cami’yi benzersiz kılan üç temel özellik vardır: 1) Caminin tam ortasında, cam bir kubbenin altında yer alan anıtsal şadırvanı. 2) Duvarlarını bir müze gibi süsleyen 192 adet devasa ve sanatsal hat yazısı. 3) Erken Osmanlı döneminin en büyük ve 20 kubbeli anıtsal yapısı olması.
Yorumlar